Yalnızlık temalı dizi ve filmler günümüzde hali hazırda önümüze çıkmaktadır. Bunun yanında biraz da geçmişe gitmek bizleri farklı bir atmosfere sokabilir. Korona günlerinde zamanı nasıl değerlendireceğini bilemeyip can sıkıntısı çekenler için Yeşilçam filmleri iyi bir adres olabilir.
Y kuşağından önceki dönemde (1970li yıllar) zengin kız – fakir oğlan gibi belli “cici” imajlar üzerinden yürüdüğünü düşündüğümüz Türk Sinemasının aslında televizyonlarda karşımıza çıkmayan, ücretli dijital platformlarda yer bulamayan etkili örneklerinden birine geçenlerde Youtube üzerinde tesadüfen rastladım. MİNE…
Türkan Şoray ve Cihan Ünal’ın başrolü paylaştığı film Eğridir’de geçiyor. İkilinin aşkının başlamasıyla anılsa da, müthiş bir derinlik barındıran bir konuya sahip: Kadının küçük yaşta ve zorla evlendirilmesi, evlilik hayatında yaşadığı yalnızlığı ve taşradaki değeri.
Filmi izlemek isteyenler için hikaye örgüsü hakkında burada bilgi vermekten kaçınıyoruz ancak yine de buradan sonrasını filmi izledikten sonra okumalarını tavsiye ederiz. Daha önceden izleyenler varsa onlarla birlikte tarihsel süreci gözden geçirerek üzerinden geçmek faydalı olacaktır…
Türk kadınının Cumhuriyet ile başlayan yakın tarihteki kazanımları, 1961 yılında anayasal hakların da genişlemesi ile yeni bir döneme girdi. Sorgulamacı bir nesil, siyasi olaylar arasında oldukça hareketli zamanlar geçirirken eşitlik kavramı da yavaş yavaş aile ilişkilerine yansıdı. 20 yıllık süreç sonunda 1980 yılında yaşadığımız askeri darbe ile tüm bu siyasi hareketlilik bir anda bıçak gibi kesilince odağımız başka yönlere kaydı.
Toplumsallıktan ziyade bireyselliğin ön plana çıktığı, daha fazla geçim kaygısı, daha rahat yaşam, köyden kente göç, televizyon gibi unsurların hız kazandığı dönemde kadının ekonomik hayattaki yeri de fazlalaştı. Zira tek maaşın yetmediği ve kadının da gerek fabrikada gerek kendi evinden el işi vs.. yaparak çalışmaya başladığı yıllar bu döneme rastlar.
Kadınlar artık sadece evinin hanımı değil, evin reisi de olabiliyorlardı ama tüm bu koşuşturmanın arasında aslında çoluk çocuk telaşından fark etmedikleri bir durum vardı : Ruhsal yalnızlık… Belki kalabalık aileler, komşular, hayat telaşı arasında kendisini “henüz” yalnız hissetmiyordu ama bir “tamamlanma” duygusuna da erişemiyordu. Bir şeyler eksikti, en yakınları tarafından anlaşılamıyordu…
Yalnızlık ve Tamamlanamama
Şimdilerde hepimizin çok yakından bildiği bu duygu, işte o zamanlar içimize yeni yeni düşen, henüz tanımadığımız bir kurttu. Türkan Sultan, o kurdu o kadar etkili, o kadar hisli canlandırmış ki, kendisine bir kez daha hayran kalmamak elde değil.
Ellerinin ve dudaklarının titremesi, yaşadığı ürkeklik, konuşmak istediği halde susmak zorunda oldukları, sussa da değiştiremedikleri, terbiyesinden dolayı anlamazlıkdan geldikleri, giysilerinde sürekli beyaz rengi seçmesi ile taşrada bir kadın yalnızlığının bundan daha güzel anlatılamayacağı ufak ancak çarpıcı detaylar…
Filmi izlerken bir kadın olarak 2021 yılında aynı şeyleri hala daha, kat be kat artarak ve belki de öldürülme korkusuyla yaşadığımızı fark edip üzülmemek elde değil. Bir yanda uzay seyahatlerinin, mikroçiplerin tartışıldığı bir dünya, bir yanda kadının ruhsal yalnızlığını fark edip zorla ya da kendi isteğiyle yaptığı eş seçimlerini değiştirmek istemesinin adli vakalarla, yaralanmalarla veya en nihayetinde de cinayetle sonuçlandığı bir ülke…
Acaba kadınların sorunlarına 1980’lerde eğilebilseydik, yerinde ve kalıcı önlemler alabilseydik ve toplumu bu şekilde okuyabilseydik bugün bu travma ile karşılaşır mıydık? Ya da şöyle mi sormalı; büyük usta Atıf Yılmaz’ın o dönem dikkatini çekip de sinemaya aktardıkları siyasilerin ilgisini nasıl oldu da çekmedi, çekemedi?
Biz bu filmleri sadece izleyip geçtik mi, üzerine hiç mi düşünmedik? Sahi hala bir film izleyince üzerine düşünülüyor mu yoksa unutulup diğerine mi geçiliyor? Mesaj kaygısı olmalı mı? Sanat sanat için mi, sanat toplum için mi?
Türk Sinemasına Dair Kısa Bir Not
Yeri gelmişken Netflix gibi platformlara da buradan güzel bir tavsiye olabilir aslında; son dönem Türk sineması yanında Türk Sinemasının Klasiklerine de ayrı bir kuşak olarak yer vermesi Türk izleyicisi açısından çok faydalı olur. Aslında Hollywood sinemasını tercih eden bazı yurdum kitlelerinin nasıl bir derya içinde olduklarını da bir nebze anlatabilir.